41- FUSSİLET SURESİ

 

(3. âyetinde Kur’ân, âyetleri tamâmıyla açıklanmış bir kitaptır diye övüldüğü için bu anlama gelen Fussılet diye de anılır.)

Mekkîdir, elli dört âyettir.

 

Rahman ve Rahîm Allah Adıyla

 

1- Hâ mîm.

 

2- Rahman ve rahîmden indirilmiştir.

 

3- Bir kitaptır ki tamâmıyla açıklanmıştır âyetleri, Arapça Kur’ân'dır bilen topluluğa.

 

4- Müjdecidir ve korkutucu, fakat çoğu yüz çevirmiştir, onlar, duymazlar.

 

 5- Ve derler ki: Bizi dâvet ettiğin şeye karşı gönüllerimizde perdeler var ve kulaklarımızda ağırlık var ve seninle bizim aramızda da bir perde var, artık sen, dinince çalış, biz de çalışmadayız.

 

6- De ki: Ben, ancak sizin gibi bir insanım, bana vahyedilmede ki mâbûdunuz ancak bir mâbut; artık dosdoğru ona yönelin ve yarlıganma dileyin ondan; ve yazıklar olsun şirk koşanlara.

 

7- Öyle kişilerdir onlar ki zekât vermezler ve onlar, âhirete inanmayanların da ta kendileridir.

 

8- İnanan ve iyi işlerde bulunanlarsa: Onlarındır minnetsiz mükâfat.

 

9- De ki: Siz mi kâfir olmadasınız, inkâr etmedesiniz bir mâbûdu ki yeryüzünü iki günde yaratmıştır ve siz mi ona eşler kabul etmedesiniz? Budur işte âlemlerin Rabbi.

 

10- Ve yeryüzünün üstünde metin dağlar yaratmıştır ve kutlamıştır orasını, bereket ihsân etmiştir ve rızık olacak şeyleri takdîr etmiştir de meydana getirmiştir bunları orada, tam dört gün içinde, dileyenler için hepsi de eşittir.[1][1]

 

11- Sonra bir duman halinde olan göğü yaratmayı hükmetmiştir de ona ve yeryüzüne, dileyerek-dilemeyerek meydana gelin demiştir, ikisi de, dileyerek geldik demişlerdir.

 

12- Derken onları yedi gök olarak iki günde yaratmış ve her göğe yapacağı işi vahyetmiştir. Ve dünyâ göğünü kandillerle bezedik ve koruduk; işte bu, üstün olan ve her şeyi bilen mâbûdun takdîridir.

 

13- Yüz çevirirlerse artık de ki: Sizi, Âd ve Semûd'un uğradıkları helâk edici azâba benzer bir azapla korkutmadayım.

 

14- Hani onlara, kendilerinden önce de, kendilerinden sonra da peygamberler gelmişti de Allah'tan başkasına kulluk etmeyin demişlerdi. Onlar, Rabbimiz dileseydi demişlerdi, melekler indirirdi elbette, biz, gerçekten de sizin gönderildiğiniz şeyleri inkâr etmedeyiz.

 

15- Âd'a gelince: Gerçekten de yeryüzünde, haksız yere ululanmaya kalkıştılar ve kimdir dediler, bizden daha kuvvetli? Görmediler mi ki şüphe yok, onları halkeden Allah, onlardan da kuvvetlidir; ve onlar, delillerimizi bile-bile inkâr ediyorlardı.

 

16- Derken onlara, dünyâ yaşayışında, aşağılık azâbını tatsınlar diye uğursuz günlerde bir kasırgadır, yolladık ve elbette âhiret azâbı, daha da aşağılatıcıdır ve onlar, bir yardım da görmezler.[2][2]

 

17- Semûd'aysa doğru yolu gösterdik de onlar, körlüğü, hidâyetten üstün görüp sevdiler, onları da, kazandıklarına karşılık aşağılatıcı bir azâbın gelip çatıvermesiyle helâk ettim.

 

18- Ve inananları kurtardık ve onlar, çekinen kişilerdi.

 

19- Ve o gün, Allah düşmanları, bir araya toplanır da toplu bir halde cehenneme sürülürler.

 

20- Oraya gelince de kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları şeyler hakkında, kendi aleyhlerine tanıklıkta bulunur.

 

21- Ve bedenlerine, ne diye aleyhimizde tanıklık ettiniz derler, onlar da her şeyi söyleten Allah derler, bizi de söyletti ve odur sizi halkeden ilk defa ve gene de dönüp onun tapısına varacaksınız.

 

22- Ve siz, kulaklarınızın, gözlerinizin, derilerinizin, aleyhinizde tanıklık edeceklerini ummuyor, onlardan hiçbir şeyinizi gizlemiyordunuz ve hattâ sanıyordunuz ki yaptıklarınızın çoğunu Allah bile, şüphe yok ki bilmez.

 

23- Ve Rabbiniz hakkında beslediğiniz şu kötü zan yok mu, sizi o helâk etti de ziyana uğrayıverdiniz.

 

24- Artık sabredebilirlerse ateştir yurtları onların ve onlar suçlarından geçilmesini isterlerse dilekleri kabûl edilmez.

 

25- Ve onlara öyle arkadaşlar hazırladık ve verdik ki önlerindeki dünyâ işlerini ve artlarındaki âhireti inkâr etmeyi bezediler onlara ve onlardan önce, cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş ümmetler arasında azap hükmünü hakettiler, şüphe yok ki onlar, ziyana uğrayanlardandı.

 

26- Ve kâfir olanlar, dediler ki: Şu Kur'ân'ı dinlemeyin ve okunurken gürültü edin, bağırıp çağırın da onun sesini bastırın.

 

27- Biz de mutlaka kâfir olanlara çetin bir azâbı tattıracağız ve yaptıkları şeyin en kötü karşılığıyle cezâlandıracağız onları.

 

28- İşte bu ateş, Allah düşmanlarının cezâsıdır, onlara, ebedîlik var orada; bu da delillerimizi bile-bile inkâr etmelerinin karşılığı.

 

29- Ve kâfir olanlar, Rabbimiz diyecekler, cinlerden, insanlardan, bizi azdıranları göster bize de en aşağılık bir hâle gelmeleri için onları ayaklarımızın altına alalım.

 

 30- Gerçekten de, Rabbimiz Allah'tır dedikten sonra da dosdoğru hareket edenlere melekler indiririz de sakın korkmayın ve mahzûn olmayın ve müjdelenin, sevinin size vaadedilen cennetle deriz.

 

31- Biz, dünyâ yaşayışında da size dostuz, âhirette de ve burada, canınız ne isterse var ve burada dilediğiniz her şey sizin.

 

32- Suçları örtenden, rahîm olandan bir ziyafet, bir ihsân bu.

 

33- Allah'a çağırandan ve iyi işlerde bulunandan ve şüphe yok ki ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kimdir ki?[3][3]

 

34- Ve eşit değildir iyilikle kötülük. Kötülüğü, en güzel bir muâmeleyle karşıla, gider, bir de bakarsın ki aranızda düşmanlık olan kişi, sanki senin en yakın bir dostun.

 

35- Bu huy, sabredenlerden başkasına verilmez ve akıldan, tedbîrden büyük bir hisseye sâhip olmayanlara bu huy, nasîp olmaz.

 

36- Ve eğer Şeytan, seni vesveseye düşürür de bu huydan geçirmeye kalkışırsa hemen sığın Allah'a; şüphe yok ki o, her şeyi duyar, bilir.

 

37- Ve onun delillerindendir gece ve gündüz ve güneş ve ay; secde etmeyin ne güneşe, ne de aya ve secde edin, onları yaratan Allah'a, yalnız ona kulluk ediyorsanız.

 

38- Eğer ululanmaya kalkışır, bunu kabûl etmezlerse zâten Rabbinin katındakiler, gece ve gündüz, onu tenzîh etmededir durmadan, dinlenmeden ve usanmadan.

 

39- Ve onun delillerindendir, şüphesiz, yeryüzünü kupkuru, donmuş bir halde görürsün, derken oraya yağmur yağdırdık mı harekete gelir, kabarır, yeşerir, nebatlar bitirir; onu dirilten, elbette ölüyü de diriltir şüphe yok ki onun, her şeye gücü yeter.

 

40- Bizim delillerimizle eğri yola sapanlar gizli değildir bize. Artık ateşe atılan mı hayırlıdır, yoksa kıyâmet günü emîn olarak gelen mi? Ne dilerseniz yapın, şüphe yok ki o, bütün yaptıklarınızı görür.

 

41- Kur’ân, kendisine tebliğ edildikten sonra kâfir olanlar; ve hem de şüphe yok ki bu Kur’ân, eşsiz ve sütün bir kitaptır ki.

 

42- Ne önceden onun hükümlerini iptâl eden bir kitap gelmiştir, ne de ondan sonra gelir ve bâtıl, ona zarar veremez; hüküm ve hikmet sâhibinden, hamde lâyık mâbut tarafından indirilmiştir.

 

43- Zâten sana söylenen, ancak senden önceki peygamberlere de söylenen sözlerdir; şüphe yok ki Rabbin, suçları örtme sıfatına sâhip olmakla berâber elemli bir azâba da sâhiptir.

 

44- Eğer yabancı bir dille meydana getirseydik Kur'ân'ı, elbette derlerdi ki âyetleri Arapça olarak açıklansaydı da anlasaydık olmaz mıydı? Bu, yabancı bir dille söylenmiş söz, söyleyen de Arap ha? De ki: O, inananlara doğru yolu gösterir ve şifâdır; inanmayanlarınsa kulaklarında ağırlık var ve Kur’ân, onları kör etmede; sanki onlara pek uzak bir yerden nidâ edilmede.

 

45- Ve andolsun ki biz Mûsâ'ya da kitap verdik de o kitapta ihtilâfa düştüler ve eğer Rabbinden azaplarının mukadder bir zamâna tehîr edilmesi hakkında bir emir verilmemiş olsaydı çoktan hükmedilirdi aralarında ve şüphe yok ki onlar, bu hususta elbette şüphe içindeler, tereddüde düşmüşler.

 

46- Ve kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir ve kim kötülükte bulunursa zararı kendisine ve Rabbin, kullarına zulmetmez kesin olarak.

 

47- Kıyâmetin, ne vakit kopacağına dâir bilgi, Allah'a âittir ve onun hükmü ve bilgisi olmadan meyveler, tomurcuklarından ve kabuklarından çıkamaz ve hiçbir kadın gebe kalamaz ve çocuğunu doğuramaz ve o gün, nerede şeriklerim diye nidâ edilir onlara da sana bildirdik zâten derler, bu hususta bir tanığımız bile yok.

 

48- Ve önceden çağırdıkları putlar, gözlerinden kaybolup gitmiştir ve onlar, kaçıp sığınacakları bir yerleri olmadığını da iyiden-iyiye anlamışlardır.

 

49- İnsan, hayır istemekten hiç usanmaz ve bir şerre uğrarsa da iyiden-iyiye yeise düşer, ümitsizliğe kapılıp gider.

 

50- Ve andolsun ki bir sıkıntıdan sonra katımızdan bir rahmet tattırsak ona, bu der, zâten benim hakkım ve hiç sanmıyorum ki kıyâmet kopsun ve andolsun ki Rabbimin tapısına dönüp varsam bile hiç şüphesiz, onun katında daha güzel bir lütuf var bana; artık biz de, andolsun ki kâfir olanlara, neler yaptıklarını elbette haber veririz ve elbette onlara çok ağır azâbı tattırırız.

 

51- Ve insana bir nîmet verdik mi yüz çevirir ve şükürden uzaklaşır ve eğer bir şerre uğrarsa uzun-uzadıya dua eder durur.

 

52- De ki: Kur'ân'ın Allah katından geldiğini görmüşseniz, sonra da ona kâfir olmuşsanız haber verin bana, gerçeğe tamâmıyla aykırı kalandan daha sapık kimdir ki?

 

53- Yakında delillerimizi, âlemde de göstereceğiz, kendi varlıklarında da, böylece sonucu, onlarca da apaçık anlaşılacaktır ki o, gerçektir şüphesiz; Rabbinin, her şeye tanık olması, yetmez mi sana?

 

54- İyice bil ki onlar, şüphe yok, Rablerine kavuşacaklarından şüphe etmedeler; iyice bil ki şüphe yok, o, her şeyi kuşatmış, kavramıştır.

 


 


[1][1]) Bu dört günde 9. âyette bildirilen iki gün dahildir.

[2][2]) Uğursuz günler, azap geldiği içindir. Tozlu dumanlı, yahut soğuk günlere de Araplar, uğursuz günler der.

[3][3]) Allah'a çağıran, ezan okuyandır.